BAZ İSTASYONU KARARLARI İLE İLGİLİ İÇTİHADI BİRLEŞTİRME TALEBİM

Yargıtay 4. HD’nin baz istasyonlarının kaldırılması ile ilgili verdiği çelişkili kararlar üzerine tarafımca 08.08.2011 günü İçtihadı Birleştirme talebiyle Yargıtay 1. Başkanlık Kurulu’na başvurulmuştur. Dilekçe aşağıdadır.

 

 

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU BAŞKANLIĞINA

gönderilmek üzere

BURSA NÖBETÇİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

aracılığı ile

YARGITAY 1. BAŞKANLIK KURULU’NA

 

İçtihadı Birleştirme İsteklidir!

 

İÇTİHADI BİRLEŞTİRME

İSTEYEN : 1-) M.. KILIÇ vd.

2-) S… CEYLAN vd

3-) H….. USTA-N…. GÜLEŞ

4-) L…. U…. ÖZDİKEN-R…. ÖZEN

5-) İ….. ORUÇ vd.

6-) E….. ÇOBAN vd.

7-) Ş.Cankat TAŞKIN (kendi adına asaleten)

 

ORTAK VEKİLLERİ : Av.Ş.Cankat TAŞKIN (TC:……….)

(Kendi adına asaleten, diğer davacılara vekaleten)

Uluyol Cad. Şevki İpekten Plaza No:28/311-BURSA

 

KONU : Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin baz istasyonlarının kaldırımasına ilşkin kararlarında çelişki bulunması ve yerleşik içtihada açıkça aykırı kararlar verilmiş olması nedeniyle 2797 Sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15/2-a ve c bentleri gereğince İÇTİHADI BİRLEŞTİRME kararı verilmesi talebidir.

 

A Ç I K L A M A L A R

 

I.) Konunun Özeti :

 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, aşağıda özet olarak belirtilen ve ekte sunulan kararlarında, baz istasyonlarının kaldırılmasıyla ilgili olarak 2002 yılından beri yerleşik bir içtihat oluşturmuştur. Zaman zaman bu içtihada Yargıtay 1.HD de katılmıştır.

 

Ne var ki aynı daire, davacılar vekili olarak yürüttüğüm, 5.5.2011 tarihli iki kararında ve 01.5.2011 tarihli 1 kararında (bkz EK-A, EK-B, EK-C), davalının karar düzeltme istemini 3’e karşı 2 oyla kabul ederek; yerleşik içtihadının tam aksine üç karar vermiş ve yerleşik içtihattan dönmüştür.

 

Ancak, aynı daire, 08. 06.2011 tarihli daha sonraki bir başka kararında ise (bkz EK-VI) 05.05.2011 tarihli kararlarının aksine; bu kez, eski yerleşik içtihadı doğrultusunda oybirliği ile davalının karar düzeltme talebini reddetmiş ve yerel mahkemenin baz istayonunun kaldırılmasına ilişkin kararını ONAMIŞTIR!

 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin yukarıda belirtilen son dört kararından üçü önceki yerleşik tüm içtihatlara aykırıdır. Diğer kararı ise bu iki karardan sonra verildiği halde, önceki yerleşik içtihadı doğrultusundadır fakat o karar da diğer iki kararla çelişmektedir.

 

Yargıtay’ın görevi ?hukuk birliğini sağlamak? olduğuna göre; kararların arasında bir içtihat birliği oluşturmak; insanların hukuka ve hukuk devletine olan güvenini sarsmamak; üye değişimi nedeniyle daire kararlarının da değişmesinin önüne geçmek adına 2797 Sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15/2-a-b ve c bentleri ile 45/2. maddeleri göndermesiyle; içtihatların birleştirilmesi talebiyle Başkanlık Kurulunuz’a başvurma zorunluluğu doğmuştur.

 

II.) 4.Hukuk Dairesi’nin ?baz istasyonları kaldırılmalıdır? yönündeki yerleşik içtihadının özeti :

 

Aşağıda dosya numaralarını ve ekte tam metinlerini verdiğimiz kararlarında 4.Hukuk Dairesi (birinde 1.HD) şu ortak noktalar üzerinde durarak gerekçe kurmuştur. (Davaların bazılarını davacılar vekili sıfatıyla yürüttüm)

 

1.) Davacılar vekili olarak görev aldığım dosyalardaki kararlar:

 

  • Yargıtay 4.HD 2010-7568 E; 2010-8483 K ve 12.07.2010 tarihli kararı (EK-I)
  • Yargıtay 4.HD 2010-667 E; 2010-2876 K ve 16.03.2010 tarihli kararı (EK-II)
  • Yargıtay 4.HD 2009-14603 E; 2010-2139 K ve 02.03.2010 tarihli kararı (EK-III)
  • Yargıtay 4.HD 2009-14825 E; 2010-1200 K ve 11.02.2010 tarihli kararı (EK-IV)
  • Yargıtay 4.HD 2009-4606 E; 2009-7402 K ve 02.06.2009 tarihli kararı (EK-V)
  • Yargıtay 4.HD 2011-2802 E; 2011-2956 K ve 21.03.2011 tarihli kararı (EK-VI)

 

2.) Davacılar vekili olarak görev almadığım dosyalardaki kararlar:

 

  • Yargıtay 4.HD 2004-2954 E; 2004-10516 K ve 27.09.2004 tarihli kararı (EK-1)
  • Yargıtay 4. HD 2003-16434 E; 2004-971 K ve 29.1.2004 tarihli kararı (EK-2)
  • Yargıtay 4.HD 2007-1801 E; 2007-15148 K ve 29.11.2007 tarihli kararı (EK-3)
  • Yargıtay 4.HD 2008-4841 E; 2008-14685 K ve 27.11.2008 tarihli kararı (EK-4)
  • Yargıtay 4.HD 2007-14629 E; 2008-10720 K ve 22.09.2008 tarihli kararı (EK-5)
  • Yargıtay 4.HD 2010-4719 E; 2010-7549 K ve 22.06.2010 tarihli kararı (EK-6)
  • Yargıtay 4.HD 2009-5820 E; 2009-7837 K ve 11.06.2009 tarihli kararı (EK-7)
  • Yargıtay 4.HD 2009-3119 E; 2009-6329 K ve 5.5.2009 tarihli kararı (EK-8)
  • Yargıtay 4.HD 2007-14402 E; 2008-13542 K ve 6.11.2008 tarihli kararı (EK-9)
  • Yargıtay 1. HD 2010/4109 E; 2010/5662 K ve 9.6.2010 tarihli kararı (EK-10)

  • Yargıtay 4.HD 2008/14158 E; 2009/1909 K ve 10.02.2009 tarihli kararı (EK-11)
  • Yargıtay 4.HD 2008/1554 E; 2008/11727 K ve 13.10.2008 tarihli kararı (EK-12)
  • Yargıtay 4.HD 2003/2278 E; 2003/7119 K ve 29.5.2003 tarihli kararı (EK-13)
  • Yargıtay 4.HD’nin burada değinemediğimiz aynı yöndeki diğer kararları….

Tüm bu kararlarda vurgulananortak gerekçeler şöyledir:

 

”Bu belirlemeler itibariyle dar anlamda ve para ile ölçülebilen bir zarar yok ise de, çevre binalarda ve bu bağlamda davacının oturmakta olduğu binada yaşayanlar için sağlık bakımından büyük endişeler taşıdığı, bu yerde oturanların psikolojik olarak yaşamını olumsuz biçimde etkilemekte ve bunun da psikolojik yapısında tedirginlik ve ümitsizlik yaratacağı, bu haliyle de yaşamdaki sağlık değerleri düşünüldüğünde o yerde oturmanın olumsuz hale geleceği göz önünde tutulduğunda, davacının, zarar gördüğü kabul edilmeli ve davanın kabulüne karar verilmelidir. Mahkemece bu yönler üzerinde durulmadan yazılı şekilde davanın reddine karar verilmiş olması bozmayı gerektirmiştir.”

Dava konusu olan tesisin cep telefonlarının kullanımı için zorunlu olduğu ve bu tesisin geniş bir kitleyi ilgilendirmesi itibariyle de kamuya hizmet vermeyi amaçladığı da tartışmasızdır. Ne var ki bu hizmetin verilmesinde ve tesisin kullanılması sonucu hukuk kurallarının bir gereği olarak doğan zararlardan da tesis sahibi sorumludur. Hatta bu sorumluluk kusura dayanmayan, tehlike sorumluluğu olarak da kabul edilmek gerekir. Bu özelliği itibariyle tesisi kullanan ve onu işletenin yüksek özen yükümlülüğü bulunmaktadır.Aksi halde, en küçük bir özensizliğin maddi değerlerle ölçülemeyecek kadar ağır sonuçlar doğurması kaçınılmazdır. Bunun için zarar görenin zararını değil, tesis ve işletme sahibinin tesisin işletilmesinden dolayı kişilere, bu bağlamda çevreye bir zarar vermediği ve herhangi bir olumsuz sonuç yaratmadığının kanıtlanması gerekir.”

 

Davalı, kamu yararına hizmet verdiklerini savunmuştur. Gerçekten yukarıda da açıklandığı üzere davalı tarafından bu ve benzeri tesislerin işletilmesi sonucu geniş bir halk kitlesinin yarar sağladığı bilinen bir olgudur. Ne var ki, bu yararın sağlanması karşısında kişilerin zarar görmesi hoş görülemez. Bu bakımdan gerek hizmetten elde edilen yarar ve bunun karşısında verilen zararın dengelenmesi gerekmektedir.Hiçbir hizmet, insan yaşamı kadar öncelik ve önem taşımaz. Diğer bir anlatımla, yararlı bir hizmetin karşılığı olarak insanın ölümü uygun bir sonuç olarak kabul edilemez. İnsan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez.Kaldı ki somut olayda, bu hizmetin aynı yerde verilmesinde zorunluluk da bulunmamaktadır. Muhtemelen fazla bir giderle de olsa, başka bir yerde aynı sonuçları sağlayacak bir istasyonun kurulması ve hizmet vermesi olanaklıdır. Bu nedenle davalının bu yöndeki savunma ve itirazları da yerinde değildir.’

 

Tüm bu kararlardan anlaşılmaktadır ki Yargıtay, baz istasyonlarının varlığını ?tehlike sorumluluğu? olarak kabul etmiş ve insan yaşamını kamu yararının üzerinde tutarak ?tam anlamıyla ilerici ve çağdaş bir yorum? geliştirmiştir.

 

Yargıtay’ın bu eksendeki yaklaşımı ?yerleşik içtihat? halini almıştır.

 

3.) Tehlike Sorumluluğu Kavramının ?Öğretisel? Açıklaması :

 

Tehlike sorumluluğundan anlaşılması gereken, zarar henüz ortaya çıkmamış olsa dahi her an zararın ortaya çıkması konusunda bir kesinlik derecesinde olasılık bulunmasıdır. Ayrıca, tehlike sorumluluğunun kabul edilmesindeki maksat, zararın ortaya çıkmadan önce önlenmesinin sağlanmasıdır.

 

Nitekim öğretide Doç.Dr Mustafa TİFTİK‘in doktora tezini temel alarak hazırladığı ?Türk Hukukunda Tehlike Sorumluluklarının Genel Kural İle Düzenlenmesi Sorunu? konulu çalışmada (Yetkin Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2005, s.21-24 arası) tehlike sorumluluğu şöyle tanımlanmıştır : (s.21)

 

?Tehlike sorumluluğu kavramı kusursuz sorumluluk hallerinin bir türünü ve sorumluluk hallerinin de en ağırını ifade etmektedir. Burada, sosyal hayata bir tehlike getiren kişinin,sebebiyet verdiği zararı tazmin etmesi gerektiği düşüncesi esastır.?

 

 

Aynı yapıtın devamında (s.21) tehlike sorumluluğunun ilkeleri şöyle ortaya konmuştur:

 

?Belirli bazı faaliyetlerin yapılmasından veya tesisat ya da işletmelerin işletilmesinden dolayı çevrelerinin ağır tehlikeye maruz kaldığı durumlarda, bu olgulara tehlike sorumluluğu bağlanmalıdır. Tehlikeden, zarar verme ihtimalinin yüksek olması veya söz konusu faaliyet ve işletmelerin yol açtıkları zararın nicelik ya da nitelik bakımından ağır olması anlaşılmalıdır.?

Yapıtın devamındaki şu ifadeler de dikkatle okunmalıdır : (s.21)

 

?Tehlike sorumluluğu, sorumluluk türlerinin en ağırını oluşturur. …Tehlikenin özel ağırlığı bu tesis, işletme veya faaliyetlerin zarara yol açmaya aşırı eğiliminden veya sebep oldukları kazaların nicelik ya da nitelik bakımından ağır zararlar doğurmasından ileri gelmektedir.?

 

Yapıttaki şu ifadeler de dikkate şayandır : (s.22)

 

?Bu tür olguların başkaları için oluşturdukları bu büyük tehlikeye rağmen, modern ekonomiler için vazgeçilmez olmaları ve toplum hayatı için büyük yararlar sağlamaları dolayısıyle, bunları men etmek mümkün değildir. Bu itibarla yapılması gereken, bu gibi faaliyetlere izin vermekle birlikte, kişilerin haklarını koruma altına almaktır.?

 

Yapıttan alıntı yapacağımız dikkat çekici bir başka kısım da şöyledir: (s.23)

 

?Tehlike kavramı bir yönden zararın gerçekleşme ihtimalindeki yüksekliği, diğer yönden de gerçekleşen zararın ağırlığını ve büyüklüğünü ifade eder. Tehikenin bu şekillerinden birisinin veya her ikisinin bulunması, bu tehlikeyi taşıyan olguya tehlike sorumluluğu bağlanmasını gerekli kılar, en azından haklı gösterir. Doktrinde potansiyel tehlikeli faaliyetler olarak da nitelendirilen bu tür faaliyet ve işletmelerin ayırıcı özelliğini başkalarına zarar verme hususundaki tipik aşırı eğilim ile özel tehlikelilik hali teşkil ediyor.?

 

Yapıtta, tehlike sorumluluğu ile haksız fiil sorumluluğu arasındaki fark da şu cümlelerle vugulanmıştır: (s.24)

 

?Tehlike sorumluluğunu dar anlamda haksız fiil olarak nitelendirmek mümkün değildir. Zira bir defa, burada daha çok bir fiil değil,bir olgu zarara sebep olmaktadır. Ayrıca, genellikle bu tür olgular yetkili makamlarca izin verilmiş, yani meşru sayılmış faaliyet ve işletmeler olup, hukuka uygun niteliktedir; dolayısıyle, zarar verici olgunun hukuka aykırılığı söz konusu değildir.?

Yapıta göre, tehike sorumluluğunun benimsenmesinin en temel nedenlerinden biri teknik gelişmelerdir. Konu, şu ifadelerle vurgulanmaktadır: (s.25)

?Gerçekten teknik gelişmeler karşısında kusur ilkesinin geçerliliğinin azaldığını gösteren bir diğer sebep de, eskiye oranla tehlike ihtimali çok artmış bulunan işletmeler ile tehlikeli faaliyetler sonucu ortaya çıkan zararların nicelik ve nitelik olarak büyüklüğüdür.?

 

Şu halde, özetle denilebilir ki tehlike sorumluluğu bir tür kusursuz sorumluluktur.

 

III.) Yerleşik İçtihattan Sapan 4.Hukuk Dairesi Kararları:

Yerleşik içtihatla çelişen 4.Hukuk Dairesi kararlarında,önceki yerleşik kararların aksine,tehlike sorumluluğu kavramı üzerinde durulmamış; tam aksinedavacıların zarar görmeleri ve bu zararlarını ispatlamaları gerektiğivurgulanmıştır. Yani olaylarda sanki zarar sorumluluğu (kusur sorumluluğu) ilkeleri egemenmiş gibi düşünülmüştür.

 

Yerleşik içtihattan sapan ve üstelik karar düzeltme başvurusu ileyerel mahkeme kararını BOZAN kararlardan bazıları şunlardır: (Tüm bu davaları davacılar vekili sıfatıyla yürüttüm)

  • Yargıtay 4. HD 2011/3710 E; 2011/5167 K. ve 05.05.2011 tarihli kararı (EK-A)
  • Yargıtay 4. HD 2011/3701 E; 2011/ 5164 K ve 05.05.2011 tarihli kararı (EK-B)
  • Yargıtay 4 HD 2011/2790 E; 2011/6195 K ve 01.05.2011 tarihli kararı (EK-C)
  • Yargıtay 4.HD’nin 01.05.2011 tarihinde (ve sonrasında) verdiği, burada değinemediğimiz,diğer kararları

Tüm bu kararlardayerleşik içtihattan sapılarak ve karar düzeltme sonucunda hükmün bozulması yoluylaortak şekilde vurgulanan gerekçeler şöyledir:

 

?Cep telefonlarının sağlıklı çalışabilmesi için; baz istasyonlarının bal peteği benzeri şeklinde bir yapıda ve her bir peteğin içinde de en az bir baz istasyonunun kurulu bulunması gereklidir. Her baz istasyonu belli sayıda abone konuşturabilir.Bu nedenle insanların yoğun yaşadığı yerlerde konuşma trafiğinin bir kesintiye uğramaksızın karşılanabilmesi için daha çok sayıda baz istasyonunun kurulması gerekmektedir.

Baz istasyonunun şehir dışına çıkarıltılması halinde, hücresel yapı oluşturulamaması nedeni ile sinyallerin abonenin cep telefonuna ulaşabilmesi için çok yüksek elektromanyetik dalgalar oluşturulması gerekecektir. Aynı zamanda kullanıcı cep telefonu da baz istasyonuna sinyali yeteri seviyede ulaştırabilmek için daha fazla güç kullanacağından daha fazla insanın daha fazla elektromanyetik alana maruz kalması kaçınılmaz olacaktır. ….

 

Baz istasyonları 5809 Sayılı Elektronik Haberleşme Kanununun 37.maddesine dayanılarak BTK tarafından bu konuyu düzenleyen Yönetmelik’teki yer, ölçü ve limit değerlere göre verilen güvenlik sertifikası gereğince kurulmaktadır. BTK tarafından yüyürlüğe konulan yönetmelikte, Türkiye’de geçerli olacak sınır değerleri İngiltere, Amerika, Kanada,ICNIRP ve Avrupa Birliği’nin kabul ettiği değerin yaklaşık 1/4’ü olarak belirlenmiştir.

 

Sağlığa zarar veriyor iddiası ile baz istasyonunun kaldırılması, MK’nun 737. Maddesinde düzenlenen komşuluk hukukuna göre adli yargıda açılacak dava ile istenebilir. Bu davada davacının baz istasyonunun sağlığına zarar verdiğini ve baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen limit değerlere uygun bulunmadığını ispatlaması gerekir. Kanıtlanmayan mücerret (soyut) “uzun vadede zarar verir, baz istasyonu yakın mesafede, görünce moralim bozuluyor , .. vs gibi” nedenlerle dava açılması ve kabulü hukuka ve yasalara uygun değildir.

Bu şekilde adli yargıda açılan davalarda mahkemece, tarafların delil ve belgeleri toplandıktan sonra dava konusu baz istasyonunun yönetmelikte belirtilen limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olup olmadığı, davacının sağlığına zarar verip vermediği konusunda uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılarak, alınacak bilirkişi raporu ve tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre karar verilmesi gerekir.

 

Dosya kapsamı ve yukarıda belirtilen ilke ve bilgiler gözönüne alındığında davaya konu baz istasyonunun limit değerlere ve güvenlik mesafesine uygun olduğu anlaşılmaktadır. Ayrıca baz istasyonunun soyut değerlendirmeler dışında davacının sağlığına zarar verdiği teknik, ilmi ve inandırıcı delillerle kanıtlanamamıştır. Şu durumda davanın reddine karar verilmesi gerekir.

 

Ne var ki, dairemizce karar onandığından karar düzeltme isteği kabul edilerek, dairemiz onama kararının kaldırılıp, kararın bozulmasına karar vermek gerekmiştir.?

IV.) İçtihatlar arasında AÇIK ÇELİŞKİ vardır:

a.) ?Tehlike sorumluluğu? esasından dönülmüştür:

 

Yargıtay’ın 2002 yılından beri sürdürdüğü yerleşik içtihadından sapması ile, baz istasyonlarının kaldırılması davalarındaki sorumluluk türü, yanlış olarakkusur, zarar ve haksız fiil sorumluluğuna dayandırmıştır. Kararlar bu yönden de yanlıştır. Bu gerekçe ile içtihatlar ?yerleşik içtihat doğrultusunda? BİRLEŞTİRİLMELİDİR.

 

b.) Haberleşme hürriyeti insan sağlığından ?önemli? görülmüştür:

 

Yerleşik içtihadında Yargıtay insan sağlığı ile haberleşme hürriyetini kıyaslamış ve insan sağlığına haberleşme hürriyetinden (kamu hizmetinden) daha üstün bir konum atfetmiştir. Olması gereken de budur.

 

Şimdi 1.5.2011’de ne olmuştur da bu tarihteki tüm kararlar insan sağlığı ile kamu hizmeti kıyaslamasında bu kez kamu hizmetine üstünlük tanımıştır? Hani hiçbir hizmet insan sağlığından üstün ve değerli olamazdı? Hani yerleşim yerleri dışına kule şeklinde baz istasyonu kurmak ve bu kurulumun maliyetine katlanmak ilgili şirketin göreviydi? Mart ve Nisan 2011’de hala yerleşik içtihat doğrultusunda karar verilirken birdenbire ne değişmiştir de Mayıs 2011’de yerleşik içtihattan dönülmüştür?

 

c.) Yerleşik içtihattan sapan kararlardan daha sonraki tarihte yine yerleşik içtihat doğrultusunda karar verilmiştir.

 

Öte yandan, Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin 08.06.2011 tarih ve 2011/6330 E; 2011-6621 K sayılı karar düzeltme talebinin reddi kararı ile aynı Daire’nin 21.03.2011 tarih ve 2011/2802 Es; 2011-2956 K sayılı, yerel mahkemenin baz istasyonunun kaldırılmasına ilişkin kararı onayan kararı tasdik edilmiştir. (EK-VI).

 

Şimdi bu son tashih-i kararın tarihi 08.06.2011’dir ve yerleşik içtihattan sapan kararlardan daha sonraki (bu kararlar 1-5.5.2011 tarihli idi) bir tarihi taşımaktadır. Üye dağılımına bakıldığında, üyelerin değiştiği ve bunun da içtihadı değiştirdiği görülmüştür.

 

Bir dairede üyeler değişince içtihat da değişiyor ve o dairede önceki yerleşik kararlara hiç bakılmadan tamamen üyelerin görüşüne göre her olay için farklı kararlar veriliyorsa insanların hukuka olan güveninin sarsılması kaçınılmaz hale gelir. Birkaç üyenin değişmesi yerleşik içtihattan sapmayı gerektirmeyeceği gibi; yerleşik içtihattan-her nasılsa- sapılması durumunda da tutarlı olunması açısından- sonraki kararlarda da sapılan içtihat doğrultusunda hareket edilerek hüküm kurulması gerekir.

 

Oysa, görüldüğü üzere, 5.5.2011 tarihli kararlar 4.HD’nin önceki tüm içhtihadına 180 derece aykırıdır. Daha da ilginci; bundan 1 ay sonra 08.06.2011 tarihinde yine 4. HD tarafından verilen içtihat; önceki yerleşik içtihada paraleldir.

 

Şimdi sormak gerekir? Yargıtay 4. HD’nin bu konudaki asıl görüşü nedir? Hakimler, hangi içtihadı uygulayacak, avukatlar hangi içtihada göre müvekkillerinin çıkarını koruyacak; vatandaş hangi içtihada göre durumunu değerlendirecektir?

 

Bir hukuk devletinde bu kadar kısa süreyle birbirinin tam aksine iki farklı karar Yargıtay’ın aynı dairesinden çıkarsa, insanlar hukuka nasıl güvenebilir? Bu durumda Türkiye’ye ?hukuk devleti? demek sadece ?Anayasal bir temenni? olarak kalmaz mı?

 

d.) Soyut bir olgunun ispatı mümkün müdür?

 

Kaldı ki faal durumda olan baz istasyonlarında davacılar zarar görmeye de başlamıştır. Çünkü istasyon faaldir ve radyasyon yaymaktadır.

,

Somut olarak ?görünen? bir zarar olmasa da uzun vadede davacıların nasıl ruhsal veya bedensel sorunlarla karşılaşacağı belirsizdir.Soyut bir olgu, somut bir şekilde nasıl kanıtlanabilir? İçtihattan sapan kararlarda davacılardan bunu ispatlaması istenmektedir. (Yani bir başka deyişle ?siz önce kanser olun gelin sonra dava açın ben bundan sonra istasyonu kaldıracağım? denmektedir.) Davacılar, gözle görünmeyen bir zararı nasıl ispatlayacaktır? Bunu hangi hukuk mantığı ile açıklamak mümkündür?

 

d.1) ?İhtiyat İlkesi? Uluslar arası Hukuk Tarafından Benimsenmiş Önemli Bir İlkedir:

 

İhtiyat ilkesi gereğince, bilimsel olarak zararı kesin verilerle ortaya konamamış olan bir durumun bireylerin lehine yorumlanması ve zararlı olduğunun varsayılması gerekmektedir.

 

Bu genel kuralla ilgili olarak sayın Prof Dr. Nükhet Turgut şu değerlendirmeyi yapıyor;

 

?(?)Nihayet bu esaslardan dava konusu olay bağlamında en ön plana çıkanı, AİHM?ninde önemini açıkça vurguladığı ?önleme ilkesi?nin etkisiz kalabileceği alanlarda devreye girmek üzere geliştirilen, ?ihtiyat ilkesi?dir. İlkenin özü ?kamu otoritelerinin risklere-tehlikelere karşı, bunları önlemek temelinde, harekete geçmelerinin asıl olması gerektiği?dir. Bunu sağlamak için de en temel geleneksel hukuk kuralları bile değiştirilmekte; hakimler yorumlarını bu doğrultuda yapmaktadır. Nitekim bu ilkenin özünde yatan düşünceTürk Yargıtay?ı tarafından da bir davada temel alınmıştır. Bu davada, özel hukuktaki katı zarar anlayışının dışına çıkılarak dava konusu faaliyetin olası olumsuz etkileri esas alınıp menfaatlerin tartılmasına gidilmiş ve sonuçta ?…insan yaşamında tehlike yaratan bir hizmetin, kişi yaşamının önüne geçmesi ve ona üstünlük tanınması doğru bir yaklaşım olarak düşünülemez? (29.01.04,E.2003/16434 K.2004/971, bu konuda bakınız: Nükhet Turgut,? Baz İstasyonları ve Çevre Hukuku?, Güncel Hukuk, sayı 9, Eylül 2004, sayfa 40-42) şeklinde bir değerlendirmeye ulaşılmıştır.

 

Burada söz edilen ihtiyat ilkesine, 1992 B.M. Çevre ve kalkınma Konferansı Rio Deklarasyonu İlke-15?de şöyle yer verilmiştir.;?çevrenin korunması amacıyla ihtiyat prensibi devletlerin kapasitesi doğrultusunda yaygın bir şekilde uygulanacaktır. Ciddi tehditlerin veya tamiri mümkün olmayan zararların bulunması halinde bilimsel belirsizlik, önlemlerin alınmasını erteleyebilecek bir neden olarak kullanılmamalıdır?

 

Aynı ilkeyi Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana bilim Dalı Başkanı Prof.Dr Kayıhan PALA şu ifadelerle yinelemektedir:

 

?Epidemiyoloji bilimi ile uğraşanlar etkilenim süresinin sınırlı olarak gözlenebildiği nedensellikle ilgili araştırmalarda “Kanıtın yokluğunu, yokluğun kanıtı olarak değerlendirmemek” gerektiğini bilir.Bin yıllardır kullanılan tütünün akciğer ve bronş kanserinin oluşmasındaki etkisinin kanıtlanmasının yirminci yüzyılın ancak ikinci yarısında gerçekleştirilebilmesi, bu konudaki en çarpıcı örneklerden biridir.Bu nedenle EMR ile ilgili etkilenimi tartışırken çok dikkatli olmak gerekir, Çünkü her geçen yıl EMR’nin sağlık etkisi ile ilgili bulgular ve kanserlerle ilişkisi üzerine nedenselliği ortaya koymaya yönelik yeni çalışmalar yayımlanmaktadır.?(Cumhuriyet Gazetesi, 18.03.2011 Tarihli, Bilim ve Teknoloji Dergisi, s.1252/19)

 

Dolayısıyla, içtihadı birleştirme talebimizin kabulü ile içtihadın yukarıda II.başlıkta özetlenen ?yerleşik içtihat? doğrultusunda birleştirilmesi gerekmektedir.

 

e.) Sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı en temel insan haklarındandır:

 

Öte yandan, Anayasa’nın 56/1-2. maddeleri şöyledir:

 

?Madde 56 – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.

 

Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.?

 

 

Anayasamız, çevreyi korumayı devlete bir ödev olarak yüklemiştir. Elektromanyetik kirliği önlemek de (tinsel ve uzun vadede doğurduğu olumsuz etkiler sebebiyle bedensel) devletin vatandaşlarına karşı yüklendiği bir ÖDEVDİR! Devletin bu ödevini sağlıklı biçimde yerine getirmesi için de içtihatların ?yerleşik içtihat? ekseninde birleştirilmesi gerekmektedir.

 

f.) Hukuka olan güven ve hukuk birliği sarsılmaktadır:

 

İçtihatların birleştirilmemesi durumunda insanların hukuka olan güveni açıkça sarsılacaktır. İnsanlar yargıya ve Yargıtay’a güvenemez hale gelecektir.Yargıdan aynı olayla ilgili olarak ?bir öyle bir böyle? ve birbirinin tam zıddına kararlar çıkacaktır. Bu da Anayasa md 36 ile güvencelenen ?hak arama hürriyeti? ile bu kapsamda değerlendirilebilecek olan ?adil yargılanma hakkı?na aykırı olacaktır. Dolayısıyla, AİHS md 6’nın (ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkının ihlali dolayısıyla çevre hakkı konusunda AİHS md 8’in) ihlali; Türkiye’nin bu konularda AİHM nezdinde mahkumiyetinin önünü açabilecektir.

 

İnsanlar hukuka güvenebilmeli; herkesin hukukun Türkiye’nin her yerinde ve aynı durumda olan herkes için aynı şekilde uygulanacağından; mahkemelerin daire üyelerinin değişmesi ile farklı kararlar vermeyeceğinden emin olabilmesi gerekir. Bu nedenle de ?hukuk birliği? sağlanması şarttır. Hukuk birliğini ve hukuka olan inansı sağlamak; korumak Yargıtay’ın görevlerindendir. Hukuk Genel Kurulu’na bu nedenle başvurulması gerekmektedir.

 

SONUÇ ve İSTEK : Yukarıda belirtilen gerekçeler, ekte sunulan kararlar ve Başkanlığınız’ca re’sen değerlendirilecek gerekçelerle;

 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi’nin baz istasyonlarının kaldırılmasına ilşkin kararlarında çelişki bulunması ve yerleşik içtihada açıkça aykırı kararlar verilmiş olması nedenleriyle 2797 Sayılı Yargıtay Kanunu’nun 15/2-a ve c bentleri gereğince, EK-I-VI ile EK-1-13’te sunulan yerleşik içtihat doğrultusunda İÇTİHADI BİRLEŞTİRME kararı verilmesi için dosyanın Hukuk Genel Kurulu Başkanlığı’na gönderilmesini saygıyla talep ederim. 05.08.2011

 

Av.Ş.Cankat TAŞKIN

Başvuruculara vekaleten kendi adına asaleten

 

 

 

 

 

 

EKLERİ : Onaylı vekaletname fotokopileri

 

EK-I-VI: Yargıtay Kararları (Davacılar vekili olarak yürütülen dosyalar- genel yerleşik içtihat doğrultusunda çıkan kararlar)

 

EK-1, EK-13 :Yargıtay Kararları (diğer dosyalar-genel yerleşik içtihat doğrultusunda çıkan kararlar)

 

EK-A; EK-B; EK-C : Yargıtay Kararları (yerleşik içtihattan açıkça sapan kararlar)

 

 

 

Bu yazı Genel kategorisine gönderilmiş ve , , , , ile etiketlenmiş. Kalıcı bağlantıyı yer imlerinize ekleyin.